Bumerang - Yazarkafe

10 Ekim 2021 Pazar

Kaktüs


Kahverengi gür saçları, içinde hayat varmışçasına -aslında herkesi kandırırcasına- parlayan yeşil gözleri, çizilmiş kadar simetrik kaşları ve uzun çenesiyle buradaydı.

Burada, bu yerde olmak var olmak demekti. Varlık üzerine düşündüğü, günlerce uykusunu bir tren garında bırakan adsız adam sonunda var olmanın yalnızca nesne olarak yer kaplamak olduğu kanısına varmıştı. Varlığın başlangıç, gelişme ve sonuç kısımlarını düşünmek anksiyete krizlerini artırıyordu.

''Yüzeysel yaşamalı dedi, yüzeysel düşünmeli. Mesela her sabah 8'de şu durakta on dakika önceden gelip otobüs bekleyen kadının gözlerindeki ölü bakışlarının sebebini merak etmemeli. Sonra neden sadece beyaz tişört giyindiği üzerinde de kafa yormamalı. Ama elinde değildi, bu arnavut kaldırımlar ya da kare desenli bir yerde yürürken taşları dörder dörder sayıp on altıyı bulunca tekrar başlayıp yol bitene kadar saymaya; çizgilere basmadan yürümeye çalışmaya benzemiyordu ki vazgeçsin. Bundan vazgeçmek kadının yüz hatları üzerinde düşünmeyi bırakmaktan daha kolaydı.

Günün karanlıktan aydınlığa kavuştuğu, ufuk çizgisinin tam karşısında oturmak gibi hissettiren kahveden sarıya geçiş yapmış saçları... Yeni kestirmişti. Ne uzun, ne kısa denilebilirdi. Kadınlar kırıldıklarında saçlarını kestirirlermiş. Ama o kırılgan bir kadın değildi. Yani kırılgan olabilirdi, ama o kırıldığı şeyi kırmayı tercih edecek kadar güçlü bir kadındı. Kendi bedeni üzerinden kendini cezalandırmak, hayır bu kadar değersiz görmüyordu kendini.

Gözlerindeki hüzün üzerine bir roman yazılabilirdi. Hani şu sonu acıklı bitenlerden. Kimseye anlatılamayan, hayat belirtilerini bir cımbızla acıta acıta gözlerinden almışlar da her damla yaşta sivri ucunu daha çok batırmışlar gibi. Göz bebeğine dokunmamışlar ama. Ben de kıyamazdım o iri göz bebeklerine zarar vermeye.

Kaşları ince, yalnızken çatık. Yanında biri varken, daha doğrusu biriyle konuşurken daima gülümseyen... Öğrenilmiş mutluluk diye bir olgu vardı toplumda. Gülümsemek zorundaydın. Hoşuna gitmeyen şeylerde bir müddet surat asmana müsaade vardı. Ama bu süre uzarsa herkes üstüne gelirdi.

Ne oldu? Canın mı sıkkın? Hadi biraz neşelen. Anlatmak ister misin? Neden böylesin? bakışları ve sözlerine katlanmaktansa gülümsemek daha kolaydı çünkü. Herkese her şey anlatılmazdı ki. Herkes her şeyi anlayamazdı ki.

Sivri yüz hatları, belirgin elmacık kemikleri kadınsılığını artıran özelliklerdendi. Öyle çok güzel bir kadın değildi aslında. Ama o adını koyamadığım hüzünlü bakışlarının albenisi vardı. Bir şiirin en can alıcı, üzerinde günlerce düşünülen o sihirli kelimesi gibiydi. Ama kadının en sempatik bulduğum yönü hayvan sevgisiydi. Duraktaki mama kabına her sabah mama koyuyordu. Kedileri çok seviyordu belli ki. 

Yürürken oldukça yavaştı. Sanki hayatı ve onu bekleyen her şeyi kaçırmış da, artık yoluna amaçsızca devam ediyor gibiydi. Acelesi olmayan insanları severim. Gözlerinden hayatı cımbızla alınmış bir kadın için olağan davranışlardı bunlar.

Kadının adı ne olabilir diye düşündüm. Sonra ona bir isim vermenin tüm büyüyü kaçıracağını düşündüm. Bazen bilinmezlik daha güzeldi. Bu yüzden onunla tanışmak için hiçbir girişimim olmadı. Bilirsiniz, giriş gelişme ve sonuçlarla aram iyi değildi. 

Dün durakta hararetli hararetli biriyle konuşuyordu. Belli ki çok canını sıkmıştı konuştuğu kişi. Yay gibi kaşları çatıkken bir miktar tedirgin ediciydi. Sonra bir sigara yaktı ve uzun uzun söğüt ağacını izledi. 101 numarayı 2 kez kaçırdı. Yeterince sigara içmeden sakinleşemediğini düşündüm. Hikayesini duraktan izlemem size tuhaf gelebilir. Ama ben vardım, o da vardı ve hayatımın gelişme kısmından yıllar önce vazgeçmiştim. Her şeyi yanmayan, sönmeyen cılız bir kor gibi yaşıyordum ve bu canımı daha az acıtıyordu. Sevdiklerim yanacak mıyım, sönecek miyim diye çok merak ediyorlardı. Ama meraklarını cezbedecek bir gelişme olmadığı için artık beni olduğum gibi kabul etmeye karar vermiş olacaklar ki, telefonlarım bir süredir çalmıyordu. 

Yine uzun zaman önce insanların gözlerinin içine içine bakmaktan vazgeçtim. Eskiden gözlere bakmak, insanları anlamanın ilk şartı derdim. Artık anlama ve anlatma telaşımı okyanusun en derin sularında kaybettiğimi kabul ediyor ve kimseyle hikayemi, hislerimi paylaşmıyorum. Hayatın kenarından, ortasında akan suları izlemek. İşte bu hikayedeki hayatın kenarından, ortasında akan suları izleyen karakteri bendim. 

Bana gelince, ben de her şey kadar var ve her şey kadar yoktum. Mesela kadının geçen gün gözlerini ayırmadan izlediği söğüt ağacı olmayı çok isterdim. Gözlerinin üzerimde dakikalarca kalması beni bambaşka bir adam yapabilirdi. Ama uzaklaştırma kararı almış eski sevgili gibi tedirgindim. Onu görünce kalp atışlarımı kulaklarımda hissediyorum. Resim çizme konusunda iyi olsaydım -hiçbir konuda iyi değildim- ona bir kez bile bakmadan bunu yapabilirdim. Öylesine ezbere bildiğim; aslında yabancı olduğum birine duyduğum bu derin ilgi için kendime kızgındım. Hiç bilmediğim adına şiirler yazdım, onu izlerken okudum. O bu muhteşem, nahif varlığıyla, hayatımın kıyısının derinleşmeye başladığı tek çizgiydi.

Benim kadar hayatın kenarındayken, ortasını bu kadar ayrıntılı düşünen başkaları da var mıydı acaba? Çünkü içinden çıkamadığım diğer konulardan biri de insanların neredeyse hiçbirinin gerçekten düşünmediği, sevmediği, mutlu olmadığı, yeterince haykırmadığı üzerineydi.

Yağmurlu bir günde yayaları hiç düşünmeden hızla geçen adam mesela, orada olup ıslanmak ister miydi?

Pazardan gelirken mahalledeki çocuklara poşetinden bir tane meyve vermeyen yaşlı kadın, gerçekten sevebilir miydi bir şeyleri?

Sonra yetkililer, sayın yetkililer: Her şey bu kadar pahalıyken, insan hayatı neden bu kadar ucuzdu?

İnsanların acıklı hikayelerini bilmek bize hiçbir şey kazandırmıyordu. Zaten kazanacak hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Yoğun, otomatikleşmiş, yüzeysel ve sınıfsal hayatlarınızın kenarında kalmak benim isteğimdi. Hayatın ortası çok derindi. Ve benim o sularda yüzecek solungaçlarımı hoyrat bir makasla kesmişlerdi. Nefes darlığımın gerçek sebebinin bu olduğunu doktora söyleyemedim tabii. O stres dedi. Görmedi makasla acıta acıta nasıl kestiklerini. Soluk alamamak varlığımla ilgiliydi. Ben yalnızca var olmak istiyordum. Saksıdaki bir kaktüs gibi. İnsanlardan beklentisi olmayan, arada bir sulanan ve bununla yetinmeyi bilen bir kaktüs.

Son zamanlarda popüler olmuş kaktüs. Olur tabii. Kimsenin kimseye düzenli olarak vakit ayırmak, ilgi ve sevgi verme gayesinin olmadığı bu çağda en çok kaktüs sevilir. Ben hayatın bir yerinde, ara sıra da olsa sevilmek istedim. Ve her şeyin minimum seviyesiyle yetinmek.''

Gelin yeniden tanışalım.

''Merhaba, ben hayatın kenarında, ortasından akan minik sularla yetinmeyi öğrenerek var olmaya çalışan; dikenleri yalnızca kendine batan yalnız kaktüs.''




10 yorum:

  1. Çok güzel satırlarda beni mi anlatıyorsun diye düşündüm. Diğer yandan iyi gözlemcisi iz. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle hissettirebildiysem ne mutlu, hepimizden birer parça içeriyor...
      Teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  2. Detaylardaki incelikler çok güzel anlatılmış, emeğinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  3. bitkiler gibi var olmayı çok düşünmeden sadece var olmanın sevincini yaşasak, iyi olurdu:)
    çok güzel...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok iyi olurdu hem de... :)
      Teşekkür ederim.

      Sil
  4. O nedenle sardunya, hep sardunya.... :)

    YanıtlaSil

Ben buradayım sevgili okur, peki sen neredesin?