Kalpte ise tüm odaları katıp tek bir salon yapmıştı yerini. Yani bu veda bir evin odalarını sığınağa çevirmişti. Sığınakta tek oda, tüm ayrıntılarıyla ezbere bilinen bir silüet vardı artık; girişler ve çıkışlar yasaktı.
Birtakım yaşamsal malzemeler, sınırsız tütün ve içecekler vardı. Tütün dumanları acının katsayısına paralel olarak yoğunlaşıyordu. Bir cam bıraksa iyi olurdu aslında, nefes almak için. Ama artık nefes almanın dışarıda veya içeride, denizde veya ormanda olmasının hiçbir önemi kalmamıştı.
''Bir sevgi, bir de sevgisizlik her şeyi yaptırır'' derlerdi insana. Bu veda sevgiden miydi, sevgisizlikten miydi bilmiyordu. Ama evleri sığınağa çeviren vedaları hiçbir insan hak etmiyordu.
Sığınaktan çıkmak için yılda bir günü vardı kadının. Onun gittiği gün. Bugün de o döngü günlerinden biriydi.
Yine aynı yollardan, aynı şarkılarla, aynı adımlarla gidiyordu. Güneşin doğuşundan yeniden doğuşuna kadar devam eden bir bekleyişti bu.
Tren garında veda eden her anne, her çocuk, her aşık biraz oydu. Başka acılardan kendine pay çıkarmayı hep sevmişti kadın.
Gözyaşlarının akışındaki ritimden ne şarkılar çıkıyordu, tadından ne yemekler, bilseniz.
Yerine hiçbir şeyi koyamayacağı bir boşluğu kucaklıyordu her gittiğinde.
Siz hiç hayatınızdaki her şeyi, bir boşluğun sessizliğine tercih ettiniz mi?
Hani düşüncesini bile hiçbir varlık bölmesin istediniz mi?
Peki her sene aynı yıkımı, aynı acıyla karşıladınız mı?