Bumerang - Yazarkafe

29 Aralık 2020 Salı

Matruşka

               

                                              

 Her kalbin bir yolu, her yolun bir hikayesi olduğunu söylemiştik. Görünene değil, ardındakine bakmak gerektiğini de. Ardını göremeyen bu yolda kalbe ulaşamazdı ki. Birçoğunuzun güzel evler, saksıda çiçekler, sonu denize varan sokaklara çıkacağını sandığınız yollar aslında birer çıkmaz sokaktı.

 İnsanoğlu bu acımasız hayatta kendini anlatamamaktan yorulmuş, yoruldukça yeni katlar eklemişti. Bir kat sanılan insan içini açtıkça başka boyutları ortaya çıkıyordu; açtıkça küçülen, her katında büyüyen bir girdap misali içine çeken matruşka bebekler gibi... 

 İlk katında maskeler vardı. Ben hep iyiyim, güçlüyüm, atlatırım, çok da umursamadım, unutmuşum maskeleri. Bu maskeler akıl ve kalp sağlığı için gerekliydi. Her gün bir avuç fındık yemek gibi. İnsan kalbine ve aklına gömdüğü her şeyi açık etse, daha ilk katmanında hem de.

Buna dayanmaya gücü yeter miydi? Bu şekilde yaşarken çıldırmamak elde miydi? Elbette sistem kendini korumalıydı.

26 Aralık 2020 Cumartesi

Günce 3

Görsel geçen sene çocuklarımın yaptığı sabah sürprizinden :)


Merhabalar sevgili blog ailem. Blog ailem diyorum; çünkü uzun süredir kendimden bahsetmediğimi, nasıl günler geçirdiğimi soran birkaç değerli aile ferdinin isteği üzerine yazıyorum. Sizleri görmeden, tanımadan senelerdir yoldaş olduk birbirimize. Yazılarımızda sevindik birlikte, bazen gözlerimiz doldu, bazen kahkahalar attık. Çünkü biz kalbe giden yolda görselliği değil kelimelerin gücünü keşfedeli yıllar oldu. Görmeden sevmeyi, merak etmeyi, kalbimizden geçenleri dökerken öğrendik. Zehrimizi atmak için yazmak ihtiyacı duyduk hep. Özellikle ben, hüzünlü Gizli Özne'niz oldum :)

Hüzünlü şeyler yazıyorum diye sanmayın ki bir şeyler yolunda değil. Düğünden sonra hiç yazmadım ama her şey yolunda. Biliyorsunuz virüs belası hepimizin hayatında birçok şeyi etkiledi. Rüya gibi bir tatilin ardından gerçek, hastalıklı hayata dönmek biraz sarstı başta. Çok güzel bir villadaydık, dünyadan ve dünyalılardan çok uzakta :)

23 Aralık 2020 Çarşamba

Son Mektup



Eskiden böyle değildi. Eskiden, iki alarm kurardı adam. İlkinde uyanıverirdi. Bu insanın güne başlarken yaşama sevinci, kendiyle başa çıkma gücü, hedefleri olmasıyla ilgiliydi.
 
Adam kendisiyle arasını bozalı çok olmuştu. Yüzünü görmeye tahammülü yoktu. Hani derler ya, kendinle savaşırsan her halükarda kaybedersin. İhtimaller denizinde boğulduğu gün kaybolmuştu, kaybetmişti. Geçen bir video izlemişti. Videodaki adam ''incinmişsin'' dedi diyordu. Aynen öyleydi. Küfür etmeyi sevmezdi. Ama sinirlendiğinde sevmediği ne varsa kendinde buluyordu. 
  
Hala alarm çalıyordu. Belki onuncu kez. Yarım saatten fazladır hem de. Küfür ederek kaldırdı başını. Telefonunda yirmi cevapsız arama. Yine işe geç kalmıştı. Hani şu atılmak üzere olduğu işi. Patronu defalarca aramıştı. Boşvermişlik hissi burada da kendini göstermişti.

 Patronun aramaları umrunda bile değildi. Bugün izin vermişti kendine. Kafayı yeme izni. ''Kafa'' izni yapmaya bayılıyordu şu sıralar. Vereceği üç kuruş maaşını kendine saklasındı.
  
 Oda karanlıktı. Eskiden odası da böyle değildi. Düzenliydi. Yamuk duran tablolara, dağınık olan hiçbir şeye dayanamıyordu. Uyanır uyanmaz ilk iş perdeyi ve pencereyi açardı. Boğulmak üzere gibi hissettiği bu odanın ne perdesini, ne camını açmak istiyordu. Kendi karanlığında kaybolmayı seviyordu.

 Kahvaltı olarak sade bir nescafe içmeyi tercih ediyordu sigarasıyla. Kendime saygım yok kahvaltısı bundan ibaretti. Dolapta içeceğe dair ne varsa bulunuyordu. Yemek yemeyi tercih etmiyordu. Midesi bulanıyordu.

 Bu sabah da bir paket sigarasıyla birlikte birkaç fincan kahve içti. Sonra içmeye başladı. Gece erken başlamıştı. Normalde arkadaşlarından geçilmezdi evi. Artık kimseyi davet etmek, kimseye gitmek istemiyordu. Virüs de bahanesi olmuştu. Kendi yalnızlığında kaybolmayı seviyordu. Çokça Tutunamayanlar okuyordu. Bitince yeniden başlıyordu.

 Oradaki karakterlerde buluyordu kendini. Sonra Tehlikeli Oyunlar okuyordu. Kafasında tehlikeli bir oyun vardı. Üstelik kitaptaki sözün aksine kılına bile zarar gelsin istiyordu. Her hücresiyle acı çekmek istiyordu.

 Hava kararmaya başladığında anason kokusuyla dolmuş odasında yeterince uyuştuğundan emin oldu. Kendini asacaktı. Nalburda bulunuyormuş bu urganlar. Çok araştırmıştı. Bu kadar kolay ulaşılabiliyor olması çok komikti. Alırken buna içinden kahkaha atmıştı. Şimdi de kahkaha atıyordu. Kimse ölmek üzere olan bir adam kadar mutlu olamazdı. Canından geçmişti bi kere, bunun hafifliği yetiyordu gülmek için.

Nalbur hiç mi anlamıyordu urgan satarken? Kim bilir kaç kişi geliyordu buraya intihar etmek için. Nalbur kazancına bakıyordu. Yüzüne baksa anlardı. Ama bakmamıştı. Zaten uzun süredir kimse yüzüne bile bakmadığı için böyle olmamış mıydı?

 Canım insanlar dedi, sonunda bana bunu da yaptırdınız. Mektup yazması gerekiyordu. Ailesinden kimse hayatta değildi. Ama arkadaşlarının birkaç kelama ihtiyacı vardı. Bunu onlara borçluydu. Hayatında yazdığı ilk ve son mektup olacaktı bu. Zarfa koydu. 

Yağmur çiseliyordu. Cama vuran damlalara ve izlemeye doyamadığı manzarasına son kez baktı. Damlalara gözyaşlarıyla veda etti.
Sonra karar vermişliğin asla yakamadığı bir ateşle, birkaç dakika sallanarak hayattan ayrıldı...

''Ben, taşı sulayıp çiçek açmasını bekledim. Açmayınca önce rengimi kaybettim. Sonra yapraklarımdan köklerime kadar kurumaya başladım. Sonunda bana dair bir şey kalmayınca veda etmeye karar verdim. Tüm yüklerimden arınmıştım. Ruhumun 21 gram ağırlığından ibarettim artık. 21 gramı da alıp aranızdan ayrılıyorum. Taşlaşmış kalplerinizle, ikiyüzlü sahte sevgilerinize selam olsun...''


www.pandacik.com’da yayımlanan yazımdır...




18 Aralık 2020 Cuma

Kül Kedisi

 


Saat yarımı vurduğunda kül kedisi misali, her şeyden uzaklaşıyordu insan. Yüzündeki makyajı, ben hep iyiyim maskesi, kıyafetleri, saçları; her şeyden arınıyordu. Kendi olmaktan çıkıyordu. Bal kabağı ve fareler kalıyordu geriye. Bir de parıl parıl parlayan ayakkabılar. İşte o ayakkabılar sevdiği adamdı kadının. Onca berbat şeyin arasında öylece parlıyordu. Daha hızlı koşarsa her gün yatağının altına kadar gelen canavar onu takip edemez sanıyorken merdivenlerden düşüyor ve ayakkabılarının biri orada kalıyordu.

9 Aralık 2020 Çarşamba

Kamikaze

Yüreğiyle savaşı bitmiyordu.

Anlam veremediği onca şeyin içinde sıkışıp kalmıştı. Nasılsın diye soracak olsalar yıllar önce terk edilmiş; evsizlerin, hayvanların bile sığınmaya yeltenmeyeceği kırık dökük bir enkazım derdi. Ama sadece gülümsemek ve teşekkür etmekle yetiniyordu. Görevi kan pompalamak olan bir organın haddini aşmasıydı bu. Delilikti...

 Bu kadar yanacağını bile bile ateşe yürümek nedendi?

 Bu enkaz, o yangından nasıl kurtulabilirdi? Acil çıkış kapısı, yangın tüpü bile yoktu ki. Dümdüz bir enkazdı işte. Yağmur damlaları ve gözyaşlarının birbirine karıştığı bir akşam yürüyüşüydü bu. Bazı şeyleri hala yürüyerek çözebileceğini düşünmesi en büyük aptallığıydı. 

Hem... Ona çıkmayan hiçbir yol güzel değildi ki; ona varmayan hiçbir sohbetin de güzel olmadığı gibi...

 İnsanlara anlatılmazdı. İnsanlar anlamazdı...

Ne diyecekti ki? Köprülere şehir kurmaya çalışmanın mantığı var mıydı? 

5 Aralık 2020 Cumartesi

Kar Tanesi


Soğuk, acımasız, buruk bir gökyüzünün eksi bilmem kaç derecesinde kendisini birdenbire yere düşerken gören bir kar tanesi...
 Nereye gittiğinden habersiz, endişeli...
Yoluna çıkan hiçbir şeye yük olmamaya ant içmiş. Kendisiyle birlikte düşen, düşürülen kar tanelerinin hiçbirine dokunmayan. Öylece yolunu bekleyen...
 Düşeceği ve ezileceği yeri kendi seçemeyen..
Saf, tertemiz...
Sonunda yerle bir olan... 

29 Kasım 2020 Pazar

Ben Olmayan Ben'e

                                                       


 Koşar adımlarla ağlayarak yürüdüğün o günü hatırla. Hani müziği son ses açtığın, başın önünde, sağındaki güzel sarışın kadını, spor yapan adamı dahi fark etmediğin gün...

 Hava soğuktu aslında o gün. Ama içinde öyle bir yangın başlamıştı ki sanki yürüdükçe daha da harlanıyordu. Yağmurun başladığını bile fark etmedin. Herkes kaçışırken telaşla, sen yoluna devam ettin. Yola çıktığında henüz öğlendi, kendine geldiğinde gece yarısını çoktan geçmişti saat. Bir ara fazla hızlandın hani, ayağına takılan taşı fark etmedin. Öylece yerde buldun kendini, hüngür hüngür ağlamak istedin ama bunu yolda yapmaktan nefret edersin. Sessizce ağladın, biraz içine, biraz dışına aktı gözyaşların. En masumu onlardı. İçindeki zehri ancak ağlayarak atıyordun. Taş bahaneydi aslında. 

21 Kasım 2020 Cumartesi

Bir Şehit, Bin Ölüm

Hayat…

Neleri getirir, neleri götürür bilinmeyen; düşünce yâre, yaralar içinde de olsan kalkıp yola devam etmek zorunda olduğun cehennemin bir fragmanı haline gelebiliyordu. Acıtıyordu, acı değil de bu işkencenin sürekliliği mahvediyordu kadını. Yokluğun diyordu, en büyük acım…

Yıllarca özlem duymuştu. Kokusunu bile unuttuğu birine sevdalanmıştı. Gözlerindeki hiç büyümeyen çocuğu görmüştü dağ gibi gövdesine inat, oradan gamzeleriyle gülümserken göz kırpan…

15 Kasım 2020 Pazar

Papatyalar



 Kimsenin göremeyeceği, söküp alamayacağı, yerini değiştiremeyeceğini biliyordu. Sapasağlamdı. Oradaydı, ilk günkü tazeliğiyle hem de...
Bir kokusu vardı elbet, bilmese de. Bir duruşu, kızdığında ya da güldüğünde. Sinirli bakışları, susmaları, sonsuz merhameti vardı. Hep oradaydı. Sustursa, kulaklarını kapasa da bazen, oradaydı işte!
 En umutsuz anlarda göz kırpan bir yıldız gibiydi gökyüzünden kayarken. Çocukken dilekler tuttuğumuz hani, saatlerce görmeyi beklediğimiz o harika yıldız. Uzakta, ama yürekte parıl parıl. Bir gidiş ancak bu kadar ihtişamlı olabilirdi. Bir gidişin sancısı ancak bu kadar sevilebilirdi. 
 Sesi kulaklarından hiç eksilmesin istediği sultanı yegahıydı ömrünün. Alaturkadan anladığından değildi. Ama ruhuna iyi gelen her sesi severdi. Sevmeyi severdi kadın, iyileştirici etkisini bilirdi çünkü. En güzel dilekler dilenir, o gidişin sancısıyla beklenirdi.

8 Kasım 2020 Pazar

Maske



 Uyandığında boğazını yakan tada, dağınık saçlarına aldırmamıştı. Mor bir balonu andıran göz altları, şişmiş gözlerine de...
Tam beş yıl boyunca aynalara bakmamıştı. Sonra aynalara bakmamanın içindeki kötüyü kaybetmediğini, o hep yanan kor ateşe bir damla faydası olmadığını fark etti. Artık en azından aynada gördüğü aksine katlanma gücü olduğunu hissediyordu.
 Kabusları vardı. Kimseye anlatamadığı, içinden çıkamadığı. Anlatılması ve yaşanması mümkün olmayan.
Bir yerde okumuştu. ''Neden öyle olduğu ve neden böyle olmadığı aralığı; delirmek için en iyi aralık.''
İşte onun delirme sebebi buydu. Herkes bir neden seçecekse eğer en esaslı olanı buydu.
 Elinden birden kayıp giden cam bardak misaliydi hayat. Birdenbire olan şeyler elinde değildi. Birdenbire kaybolan şeyler de. Belki de hiç elinde olmamıştı. Bilemiyordu. 

25 Ekim 2020 Pazar

Aborjin



 İlkel bir topluluk olan aborjinler hayatın, bedenlerinin, ruhlarının, hatta evrendeki her şeyin değiştiğini gözlemlerler.
 Bu nedenle doğduklarında aldıkları isimleri hayatları boyunca aynı kalmaz; istedikleri ve hazır hissettiklerinde isimlerini defalarca değiştirirler.
 Kadının kalbi de değişim içindeydi. Aborjinler gibi baştan aşağı değişmişti. İsmini, kim olduğunu, nereye gittiğini veya nereden döndüğünü unutmuştu...
Güne başlama sebebi, amacı, yolu...

19 Ekim 2020 Pazartesi

Ayrı'ntı



Ayrıntı. Ne garip kelime. Türk dil kurumuna göre ''Bir bütünün önemce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, teferruat, tafsilat, detay.''

Bana göre ise ayrı kalmaktan gelen bir kelime. Her şeyden başka düşünen insanlara has bir durum. Ayrıntılarda boğulmak özellikle. Hayatta her şeyin en ince ayrıntısına kadar düşünmek...

Ayrıntıcı bir insan takıntılıdır, kırılgandır. Beklentilerinde boğulur.  Ayrıntı ayrılıktan gelir, ayrılık getirir. Hayatla, eşyayla, insanla...

Aman üzülmesin, aman kırılmasın, aman ayıp olmasın da ayrıntıcı insanların bataklığıdır. Samimiyet denen, çağımızda kanayan yaramız olmuş şeyin getirisidir. Gerçi pek kalmamıştır ayrı'ntıcı insanlar.

O insanlar için bir kelime, bir cümle günlerce içinde boğulduğu bir okyanus olur. Aslında bir kaşık sudur hepi topu. 

12 Ekim 2020 Pazartesi

Aya


Güneşli günlere dedi, yazmak kolay

Güneşin sıcaklığı iliklerine kadar işlerken aya sevdalanmayı

O kavurucu sıcakta tir tir titremeyi gör...

 Sen gel

Aydınlık günler dururken karanlığa vurulmayı gör

Bir karanlık gecede, yalnızca uzaktan bakabildiğin aya yaz sevdanı

5 Ekim 2020 Pazartesi

Aşk'a Türlü Şeyler

 


Gözlerinde kim olduğumu unuttuğum bir ayna yansımasından ibaret olmak, dedi. Çok çaresizce. Yeryüzündeki bütün çareleri avuç içlerine verip, herkesten saklanan kalbi apaçık sunmak, delilik...

 Sen ol dedi, yanımda sen ol gerisi mühim değil. Kazanmak, kaybetmek değildi ki mesele.  Mesele ürkek bir kuş. Erimekte olan kutuplarda gözünü henüz açmış bir penguen ya da bir kır papatyası; kışa direnen, var olmaya çalışan. Yanan, eriyen; sönse yeniden bütün olabileceği ama ateşi bir an bile sönmeyen bir mum. Kendi sıcaklığından, ışığından bihaber... 

1 Ekim 2020 Perşembe

Uçurum


''Bir uçurumu sevmişim, düşmüşüm de düşmüşüm

Kağıttan kanatlar takmışlar bize, yırtmışlar bizi gökyüzüm
Bir yalanı sevmişim, kanmışım da kanmışım
Ayaklarına bir taş bağlayıp aklımı denize atmışım
Seni en çok ben mi sevdim bilmem ama
En güzel ben sevdim
Seni en çok ben mi sevdim bilmem ama
En güzel ben sevdim''
Eflatun'dan dinlediği şarkıya bağıra bağıra eşlik etmişti adam. Tekrar tekrar dinliyordu.
Sevmek üzerine düşünüyordu bu gece de. Diğer evlerdeki mutlu insanlar uyuyalı çok olmuştu. Şarkılar en çok da gecenin dördünde haklı oluyordu. Gece dört, odanın ışıkları kapalı, kulaklıkta eflatun- bir uçuruma kanmışım...
Yatağını on dört gündür düzeltmiyordu. Kıyafetlerini de öyle. Birikmiş bulaşıklar, kirlenmiş, danığık bir ev, dökülmüş ve beyazlamaya başlamış saçlarıyla baş başaydı. Yalnızlık bu yaşa yakışmıyordu. Ütüsüz gömleklerle, insanlarla göz teması bile kurmadan yaşamaya çalışıyordu. Önce insanlara tutunmayı bıraktı adam, sonra eşyalara. Oğuz Atay'ın dediği gibi artık insan insana tutunamıyordu...
Şimdi elinde, tutunduğu birkaç şarkı ve kitap kalmıştı...

26 Eylül 2020 Cumartesi

Kat İzleri


Duvarları aşamıyordu. Alışamıyordu. Sanki üzerine üzerine geliyorlardı. Sıvası düşmüş, paramparça ve sarı rengindelerdi. Az yukarıda, sağda adamın sureti vardı. En çok da o geliyordu üzerine. Ben hep yanındayım, hayatındayım der gibi bakıyordu. Her zamanki güzelliğiyle hem de...
Kahverengi, beyazlamaya başlamış saçları, iri gözleri, köklerinden toprağa sıkıca tutunmuş bir çınar ağacı gibi uzun boyuyla son gördüğü haliyle, oradaydı işte!
 Aklının oyunlarıyla mücadelesi bitmiyordu.

10 Eylül 2020 Perşembe

Gönül


Kendine yaslanan dik yürür felsefesinde, başına buyruk, hesapsız hayatının şu köşebaşında adama rastlamıştı. Hayatta tesadüflere yer olmadığına inanırdı. Hiç unutmuyordu. Sabaha karşı beşti saat, her gece olduğu gibi yürüyordu. Son sigarasını içecekti. Şarkı mırıldanarak yanından geçen bir adam vardı. Adamı gördüğü anda ciğerine dolan şey duman değil de koca bir gökyüzüydü sanki. 
Daha önce gördüğü adamlardan çok mu farklıydı?
Hayır bu öyle bir şey değildi. Gözlerinde, sesinde çok farklı bir şey vardı. Adını bugün bile koyamadığı şeyler hissettirmişti...
Hayatı boyunca hep mantıktan yana olmuştu kadın. Tanımadığı bir adam gökyüzünü ciğerine nasıl doldurabilirdi? Ama o gözlerin kötü olma ihtimali yoktu işte, yoktu.
Gülümsedi kadın, yalnızca gülümsedi ve yoluna devam etti. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Her gün adamın yüzünü düşündü. Unutmasın diye resmini çizdi eski bir deftere. Her gün o resmi inceledi. 

9 Ağustos 2020 Pazar

Yarım

 Türküler söyleyen, türküler dinleyen, sesinde aşk olan bir adam vardı... Uzunca boyu, güzel sesi, ''hayatta her ne olursa olsun umut hep var olacak'' bakışları ile dimdik ayaktaydı. Gülümsesin diye her şey yapılabilirdi. İnsan onu görünce aklının iplerini öylece salabilirdi. Dengesizleşebilirdi, çocuklaşabilirdi, kendi olmaktan çıkabilirdi, asla girmem dediği yollarda koşabilirdi öylece, çok sevebilirdi sonra. Yalnızca kokusunu içine çekmek isteyebilirdi... Yani kadının gözünde böyleydi en azından... Yanında olmak, var olmanın ilk şartıydı sanki. Gözünü onunla açmış, onunla kapatmalıymış gibi... Ölmek üzereyken istenen o son su gibi... 

3 Ağustos 2020 Pazartesi

Kelebek

 Kelebeklerin ömrü kadar derler hep, bir gün olarak bilirler. Öyle değildir aslında. Bir ay ile bir yıl aralığındadır ömürleri. Yine de kısadır. Bir kanat çırpışın, kısacık ömürlerinde nerelere yol açacağını bilmeden yaşarlar.
 Zamanı az kalmışlar anlar kelebekleri. O çirkin tırtılın kanatlanıp rengarenk oluşunun sevilmekten olduğunu çok iyi bilirler. Sevmenin, sevilmenin aşamayacağı engel, iyileştiremeyeceği yara yoktu...
Sonra o güzel renklerin geçiciliğini, hafifliğin ve kimseye dokunmadan, yük olmadan ölüme gitmelerinin acısını da yüreklerinde yaşarlar...
 Kadın da öyle hissetti ömrü boyunca. Hep vakti azmış, bir şeylere yetişmesi gerekiyormuş gibi. Kırılsa da kimseyi kırmadı. Kıvırcık saçlarını toplamayı hiç sevmedi. Rüzgarın, bir tüyün bile ağırlık yaptığı heybesini taşımakta çok zorlansa da ısrarcı oldu. 

26 Temmuz 2020 Pazar

Anlamsız Şarkılar


G i d i ş i n i   i z l e m ek
Hayatın en can alıcı filmi burada başlayacaktı.
Hiç ağlamamıştı kadın.
Adam onu sevmediğinde
Sustuğunda
Şarkı söylediğinde
Saçlarını sevdiğinde
Kırdığında
Gülümsediğinde
Güzel bir şey söylediğinde
Ağlamaması garip değil miydi?
Zehrini dökmek ne güzel bir şeymiş. Dökemediğinde anladı...
Ağlasaydı, bir kez ağlasaydı bir daha susamayacaktı sanki.
Yine de ağlasaydı, hıçkıra hıçkıra hem de...
 Her şeyi bırakıp herkesten uzak bir yere gitme isteği geçer miydi?
Bir sahil kasabası fena olmazdı aslında. Deniz onu iyileştirebilirdi. Ama gücü yoktu. Uyanmaya, uyumaya, yemek yemeye.

15 Temmuz 2020 Çarşamba

Onun Adı

                                                                                 

''Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime 
 Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime...''
Kalem dedi, kağıda dökmekten içini
İçinde, kendine bile yer kalmadı.
Öylesine doluydu ki içi
Düşündükçe içinden çıkılmaz bir hal alan hikayesine
Nasıl bir son yazsa kanıyordu
Canı yanıyordu adamın.
Kalemin mum misali eridiği
Ellerin yüreğe doğru titrediği
Uykularında hiç tanımadığı bir masal kahramanı ile

11 Temmuz 2020 Cumartesi

Günce 2

Zamanı tutmak istiyorum şu sıralar, geçmesin. Bazı anlar hep aynı kalsın. Ama olmuyor işte. Tutamıyorsun.. 
Bilinmeyen şeylere özlem var. Adını koyamadığım türden, farklı...
Hayatında önemli değişiklikler yapmayı seven ve hemen uyum sağlayan biri sayılmam. Bu konu da zorluyor bazen.
 Karantina sonrası alınan kilolarla mücadele içindeyiz. Her gün aynı zaman diliminde 2-3 saat yürümeye çalışıyorum. Yürümek hem bedenen hem ruhen harika geliyor. Bazı şeyleri daha iyi düşünmek için büyük bir fırsat. Bana ait yalnızlıkları seviyorum. Yalnızca ben, kulaklıkta joytürk akustik. Bir de yol, çok anlamlı bulduğum arabalarla dolu bir yol...
Onca koşuşturmaca içinde küçük, önemsiz bir noktadan ibaret olduğumu hatırlatıyor bana.

8 Temmuz 2020 Çarşamba

Tutunamıyoruz Albayım

''Disconnectus erectus. Oğuz'cum Atay'ın literatüre kattığı en anlamlı kelime. Bizi Tutunamayanlar kitabını okumamışlar anlamaz. Okuduğunda bir daha eskisi gibi olamamışlar anlar ancak'' diye düşünüyordu. Turgut'un acısını bir kez daha yaşadı, Selim'in yokluğunu sonra. Turgut gibi bir trene binip kayıplara karışmayı da düşünmüştü, ama bunu yapmak için gücü yoktu.
 İnsanlar albayım, dedi. Gerçekten umursamıyorlar birbirlerini.

2 Temmuz 2020 Perşembe

Ateşle Oynamak


Kamp ateşinin yanışını izlerken gözlerindeki alevi, o sırada hep birlikte sohbet ettiklerini sanan arkadaşları görmediği için şanslı sayıyordu kendini. Yakamoz vardı bu gece. Kendini denizin sonsuz mavi karanlığına bıraksa söner miydi bu yangın? Bir gariplik vardı olmasına, ama iyiyimleri diline pelesenk etmişti. Neşesi yüzünde, kederi içindeydi...
Tuhaftı hayat, olmaz denilen şeyler gelebiliyordu insanın başına. Eleştirmemeli, büyük konuşmamalı. Bunu evvelden beri söyler, savunurdu...



30 Haziran 2020 Salı

Antiseptik Çizimler

Yazıp yazıp sildiği satırların başka bir dünyada, başka bir yerde geçerliliği olur muydu acaba? Başka türlü, başka zaman, içinde ''başka'' olan ne varsa aklındaydı şu sıralar. Dengede kalmak için yürüdüğü ince çizginin dışına çıkmaması gerekiyordu.
Hani çok yakın ama çok uzak.
Çok güzel ama çok günah.
Çok tatlı ama çok acı.
Yeryüzünde her şey birbirine zıt ve tamamlayıcı olarak yaratılmıştı. Nesnelerden ve canlılardan birbirlerini tamamlamaları istenmişti. 

27 Haziran 2020 Cumartesi

Yıldızlarda

Sayıklayarak uyandığı kaçıncı geceydi, bilmiyordu. Terk edilmişliği kayıp bir akşamda darağacında bırakmıştı. Mavi düşlerinin siyaha boyanmasını izleyerek yaşamak zor geliyordu.
Hayallerinde gökkuşağı sunduğu bir fesleğenin güneşe dahi küsüp gittiği bir yol ayrımı vardı. Yolun iki ucu da keskin bir iç çekişe gidiyordu...
Yakınlığın verdiği uzaklığı algılamaya çalışmanın sonu delirmeye gidiyordu. Yüz hatlarında, parmaklarıyla kayboluşu filmi vizyondaydı yeniden...

23 Haziran 2020 Salı

Umut

 Perdeler çekilmiş, karanlık gibi olsa da güneşin yürekte sıcacık hissedildiği, o en güzel kahvaltıların uykulu uykulu hazırlandığı; keyifli ve uzun çay sohbetlerinin yapıldığı sabahları iyi bilir aşıklar.
 Kadın da onlardan biri oluvermişti işte!
Yanında olmak her zaman maddesel bir şey değildi. Bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Ruhun bambaşka evrenlerde yaşadığı, bedenin aslında oradan çok başka bir yerlerde olduğu anlar, anılar vardı.

20 Haziran 2020 Cumartesi

Yara

Dile alınması mümkünün dışında, yarası ulaşılamayacak bir bilinmeyende...
Gözle görülmeyen, gönülle katlanıl-a-mayan...
Söylense bile anlaşılmayan, anlaşılsa dahi çözümü olmayan...
Bir derdim var dedi, içimde.
En derinlerde, vakit gece yarısını vurduktan sonra
Yaralarda balkabağı misali beliren acılar.
 Anlatabilseydi daha farklı olurdu belki. Yanlış deselerdi. Bu yaranın yeri yanlış. Zamanı yanlış. Anlatamazdı ki...
İçinde yaşayıp yine içinde son bulacak olan bir yangındı bu.
Rüyalarda buluyordu yaralarını. Onlarla yaşamaya, onlara gülümsemeye çalışıyordu. Deliksiz uykuların artık geçmişte kaldığını biliyordu.
''Yaralananın suçu çok da, yarayı açanın hiç mi kabahati yoktu?''
O gülüş mesela, o bakışlar...
Öyle bakmasaydı, öyle konuşmasaydı...
Karakterinin gücü hakkında konuşulurdu hep. Acısından ölse bile gururu her şeyiydi. Ama bu kez farklıydı. Gururunu hiçe sayması da neydi?
Kendini tanıyamıyordu...
Yakışan, yakışmayan, doğru, yanlış... Tüm kavramlar, tüm zamanlar anlamını yitirmişti işte.
Rüyada gibi yaşıyordu günlerini.
Duyuyor ama anlamıyor
Yürüyor ama hissetmiyor gibiydi.
Ve içinde, gücünü toplayabilse her şeyi bırakıp gitme isteğiyle, içten içe eriyerek kalmaya çalışıyordu...

''Madem yazmayacaktın aşkı
Ucunu neden açtın gururumun bile bile?
Madem kendini yasakladın, mazur gör merakımı
Çekip gitmek de ne bu kadar güzel bakıp?''


11 Haziran 2020 Perşembe

Fesleğen

Aynı geceye uyanmak, herkes uyurken ansızın.
Başka bir şehirde, başka bir hayata ölesiye tutulmak. Hiç bilmediğin bir şeye sıkıca sarılmak, böylesine kolay mıydı?
Seslerin dokunulmazlığına inat boğazı düğüm düğüm eden sessizlikler değildi hayalindeki.
Yaralarımı dedi, bu kadar göstermeseydim başka türlü olur muydu?
Acılarını bile sevmeyi, kokusuyla öğreten fesleğeni seven adam
Onu da sever miydi?
Adam ansızın sustuğunda açtığı o derin yaraları görmeseydi. 
Yanmanın sevmekten geçtiğini, bilmeseydi...
Yağmurlu bir günde gelseydi, gözlerinden akan yaşları fark edemeden iki yabancı gibi sadece yürüselerdi sahilde. Bir şarkı söyleseydi. Sonra bir tane daha...

6 Haziran 2020 Cumartesi

İstemem Söz Sevmeni

Sigarasının bitmek bilmeyen izmariti, sesini kısamadığı bir şarkı, gözlerini ayırdığında kalbini terk eden göçebe kuşlarla yaşamaya başlamıştı.. Gececil kuşlarla....
Hayal etmeye dahi korkulan bir düşün, düşüşten başka şansı var mıdır ki?
Yaşın, yaşanmışlığın, yaşanmamışlığın laneti diyordu adına.
Zamanın ilaç olmasını umduğu zamanda ansızın bir kalp çarpıntısıyla gececil kuşlar gidiyordu. Gitmesin istedikleri sığmıyordu kabına...

31 Mayıs 2020 Pazar

Yazım Kuralları

Merhaba sevgili okur. Eskiler bilir ama okul öncesi öğretmeni olduğumu yeniden söylemiş olayım. Görevde 3. senemi karantina ile bitirmek üzereyim. Takvime şöyle bakınca doğum günüm de yaklaşmış. 26 oluyorum 8'inde :)
 Miniklerimi öyle çok özledim ki. Bir nevi anne/abla gibi oluyorsunuz, mesleğinizi severek yapıyorsanız tabi. Uzaktan eğitim, görüntülü görüşmeler, EBA içerikleri derken neredeyse yarım dönemi uzaktan devirdik.
Bu süreçte onlar da beni çok özledi. Videolar, görüntülü konuşmalar ve fotoğraflarla avunduk :)
Havalar ısınınca su savaşı sözüm vardı hepsine, sonra bir gün bahçede piknik, sinema günleri, drama çalışmaları...
Ama kısmet bazı şeyler. Küçük konteynerımıza büyükler dokunmadığı sürece çok iyiydik.

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Senden Öncesi


Saçlarından, kahverengi gözlerinden, o güzel sesinden, onu ''o'' yapan her şeyden daha önemlisi ruhuydu. Nahif bir ruh...
İnsanların yaptıkları işler, maddi güçleri, neleri sevdikleri ya da beğendikleri, bedenleri değildi önemli olan. Kendilerini, ömürlerini uğruna heba ettikleri şeylerdi... Ruhlardı...
Hani birçoğumuzun beğendiğimiz vücutlarda sevdiğimizi iddia ettiğimiz şey.
 Kadının ruh ve beden üzerinde düşünceleri farklıydı. Sohbet, maddiyattan daha önemliydi. Yani görmeden sevebilmek, görmeden gönül bağlayabilmek... Ömrü boyunca bıkmadan muhabbet edemeyeceği bir adamın başka neyi önemli olabilirdi ki?

27 Mayıs 2020 Çarşamba

Bir Kadın

Kale gibi sapasağlam durmayı yıllar önce öğrenmişti. İçindeki yangını bir kişi bile görürse sonu olurdu... Başına buyruk yaşantısı, güzel şeyleri mahvetmeyi bir şekilde başarması şahsına münhasır özelliklerindendi. Yarasını göstermemek için yaralamayı göze alırdı...
Bir kahve sıcaklığında, telvelerinin çıkardığı o eşsiz resimde yoktu adam. Rüyalar ya da kapanan kapılarda da... Sitem etmeye hakkı olmadığı yanlış bir zamandı yaşanan...

21 Mayıs 2020 Perşembe

Bir Adam

Her yıl 17 eylülde restoranın taş işlemeli duvarının hemen yanındaki masadan ayırttığı yerine otururdu. Önce uzun uzun tabloları, saksılardaki çiçekleri inceler, hatrında önemli bir şeyleri canlandırır gibi dalardı uzaklara. Uzun boylu, kumral, dışında otuz beş, içinde kim bilir kaç yaşındaydı. Parmağındaki ince yüzüğü, takım elbisesi ve kısa kesilmiş saçları ile tam bir beyefendiydi. Bakışları az önce sevdiği birini kaybetmiş bir adam nasıl olursa, öyleydi.

19 Mayıs 2020 Salı

Alzheimer Günlüğü

''Yürüdüğüm sokakların hepsinin aynı arnavut kaldırımlı çıkmaza gidiyor oluşu, nafile çırpınışlarım ve binlerce ton yük altında kalmış bir kalp...
Göreceli acılarımızı bazı şarkılara yükleyip defolup gitsek yetmez miydi? ''
Günlüğün elif-lam ve mimi olmuştu. Her gün aynı cümlelerle başlıyordu kadın.
Sonra sıradan hayatını kaydediyordu. Unutmak istemiyordu hiçbir şeyi, doktor da yazmasını önermişti.

16 Mayıs 2020 Cumartesi

Bugün Orada da Cumartesi mi?

 
Gün batarken gördüğü siluet elbette tanıdıktı. Ancak içi kendine yabancılaşmış, paslanmış, artık görevini tamamladığı için atılmış bir çivi gibiydi. Adam bu yüzden birine kalbini vermekten korkuyordu. O paslı çivinin birinin hayatına batmasından korkuyordu belki de.Sabahları yaptığı yürüyüşleri, söylediği güzel türküleri vardı dışında. İçinde ise uykusuz gecelerine denk gelen sessiz konuşmaları. Kendine bile itiraf edemediği korkuları vardı.

12 Mayıs 2020 Salı

Hangimiz?

Terk edilip gitmenin karahindiba ile ilgisi hakkında uzun uzun düşünüyordu. Üflüyordunuz ve daha önce bütün halinde yaşayan o değilmiş gibi parçalara ayrılıyordu...
 Parçalar demişken, hangimiz bir parçasını bırakıp gidecek, diğeri uyurken şarkısına bağıra bağıra eşlik ediyordu.
 Toprağa köklerinden inatla tutunup dört bir yana yayılan, sonrasında yine o köklerinden sökülüp öylece terk edilen hindibalar...
 Nereden başlamalı unutmaya?
Önce dağılan sandalyeleri, eyşaları, boş kalan şişeleri, kahve fincanlarını toplamalıydı.
Etrafı bir güzel süpürmeliydi. Sonra...
Çamaşır suyu evde kalan kokusunu çıkarırdı zannınca. Daha önce de denemişti ama bu kez çıkaracağına dair derin hisleri vardı. Hah-hah-haa.

7 Mayıs 2020 Perşembe

Bir Küçük Dümen Meselesi

görsel alıntıdır
 Üst üste içilen sigaralardan ikincisinin verdiği kekremsi tat, dedi; kendini iyi hissetmeni sağlamaz.
Ara vermek gerekir bazen, o kirli dumanı almak için bile.
 Sevmek için de özlemek, bazen ayrı kalmak gerekir. Ayrı kaldığımız insanları özlediğimizi söyler dururuz, yakınlardakilerinse hep oralarda olduğu-olacağı-nu sanırız. Hiç ayrılık, ölüm veya başka birtakım nedenler meydana gelmeyecekmiş gibi. Bir yerde okumuştum, çiçekleri en çok ölülerin aldığını, çünkü pişmanlığın minnetten daha büyük olduğunu söylüyordu. Öylesine haklı bir söz ki.

Hayat denen gemide engin denizlere açılırken dümeni hep elinde sanmak ne büyük ahmaklıktı. Dümen ellerinizden öylece kayıp giderken sadece izlemek ve bir karaya oturmamak için dua etmekten başka çareniz olmayacağını bilmemek.

29 Nisan 2020 Çarşamba

Bu Yollar

görsel alıntıdır.
 ''Yumurtadan çıktığı ilk andan itibaren hiçbir şeyi düşünmeden gözü kara, kendini denizin sonsuzluğuna doğru bırakan karetta karettalardan ne farkım vardı ki! Arkamdaki yemyeşil ağaçlar, güzel canlılar, yiyeceklere göz ucuyla bile bakmadan denize gitmek...''
 İşte bunun adıydı aşk. Kendini sonunda hangi caniler, fırtınalar ya da güzel şeyler beklediğini bilmeden bavula alelacele birkaç eşya atıp yola koyulmak...''


16 Nisan 2020 Perşembe

Corona Günlüğü

Günler geceleri, geceler yine geceleri kovalarken
Elinde sıradanlaştığından şikayet ettiğin hayatın kayışı vardı gökyüzünden
Haklının haksıza, güçlünün arsıza, maktulün katile karıştığı tuhaf günler gelmişti
Sarılınca hissedilen kalp atışı ve sıcaklığın
Sevdiklerini görmenin ve dokunabilmenin
Komşuna bir şey ikram edebilmenin
En güzel hediye olduğunu anladın.

Paranın dokunmak istemeyeceğin kadar kirli ve hain
Fırsatçı insan müsveddelerinin zor gün dostluğunu
Hiçbir savaşa benzemeyen bir harp ile yenik düşen bu insanoğlunun
Ölüden ve diriden daha tehlikeli
En küçük varlığa aciz düştüğünü gördün.

6 Nisan 2020 Pazartesi

Yakamoz

 Eşsiz yaz meltemi ve tenini zaman zaman ıslatıp giden dalga sesleri arasında gözlerini sımsıkı kapatmış, uzanıyordu kadın. Yanından geçen insanların, kumdan kaleler yapan ve koşuşturan çocukların sesini duymuyordu. Kalabalıklar içinde kendi kabuğuna çekilmişti. Birçok insanın aksine bunu yapabildiğine öyle çok seviniyordu ki..

1 Mart 2020 Pazar

Yaz Oğlum


Anlatmaya başlamasaydım eğer, 57 kiloluk vücudumda binlerce ton ağırlıkla sel olan gözyaşlarıma-yaşlarımıza daha fazla dayanamayacaktım. Hani şarkıda diyor ya ''Gez oğlum, vatanına göz dikeni ez oğlum...'' oradan başlamak istedim ağlamaya.
 Aslında ciğerimiz yanıyor desek başka söze gerek kalmıyor. Ama anlatmayınca da olmuyor.

23 Şubat 2020 Pazar

Saatler Hüzün


Saatler hüzün vapurlarının bilinmeyen limanlara yol almasını çeyrek geçiyordu. Şurada gördüğü tüm evlerin ışıkları sönmüştü, adamın. İlaçlarını bugün almamıştı, zaten pek de faydası olduğu söylenemezdi. Uyku veriyordu yalnızca. Uyku veren, uyuşturan, vapurların hareketlerini yavaşlatan; yani acının süresini artıran ilaçlardı bunlar. Onun yerine içmeyi tercih ediyordu. En azından sabaha kadar unutuyordu deniz öykülerini.