Bumerang - Yazarkafe

25 Aralık 2021 Cumartesi

Yaralar ve Kelimeler


Kimden kaç şiir, kaç damla gözyaşı gittiğine zerre ilgi duymayan
Kaldırımdaki papatyalara bakmadan ezip geçenlerin dünyasında
Bir keman, piyano, şiir dinlemeden ölüp gidenlerin
Neler eksildiğinden çok ne kopardıklarına bakan kör gözlerin

Ekmeğini paylaşmayı bilmeyenlerin
Adım attığı her yere zarar verenlerin
Sevmekle merak etmenin doğrusallığı üzerinde düşünmeyen
Aynı ipte oynayamayan cambazların
Çareyi ipi kesmekte bulduğu dünya burası

Burada her şey bir şeyi sevmekle başlar sananların hayal kırıklıkları
Aslında her şeyin bir şeyi sevmekle bittiğini anladıkları yerdir
Gidecek yeri olmayanların sonunda her yolculuğun 
Kendilerine vardığını anladıkları yerdir

Bu yüzdendir ki insan en çok kendini sevmeli
Kendine yetmeli
Ağlarken bir omuz bulsa bile
En çok kendi silmeli gözyaşlarını

Sabaha karşı şiirimsi şeyler yazmayı severdi. Şu sıralar hayatın ekmek kavgasından, çıkarlardan başka bir anlamı kalmamasına oldukça içerliyordu. Sevmenin, merak etmenin, içten bir nasılsın sorusunun insanların dünyasında nasıl da yok olduğunu görmenin iç çekişiydi bu.

Her şeyin şipşak hallolduğu bir çağda otomatikleşen yalnızca telefonlar ya da makineler değildi. Duygular da basmakalıp, seviyorumlar alıntı, sövüyorumlar alıntı, düşünceler alıntı.
İnsanın her konuda kendine ait cümleleri olmalıydı. Basit de olsa bir cümle kurmayı çok görmemeliydi karşısındakine. Mesela bayram mesajları. Herkese aynı, uzun, o aptalca mesajı kopyalamak yerine karşıdakine ismiyle hitap ederek bayramın kutlu olsun yazmak daha içten geliyordu ona.

Her sabah karşılaştığı iş arkadaşının gözlerine bakmadan, bazen baksa bile nasılsın dedikten sonra yoluna devam etmesi çıldırtıyordu mesela. Ya nasılsın demesin, ya dursun ve gerçekten nasıl olduğumla ilgilensin diyordu. Yarı içtenlik ona göre değildi.

Her insanın bir hikayesi vardı. Hikayesini bilmediğiniz bir insanı asla sevemezdiniz. Bu yüzden insanları gözlerinin içine bakarak uzun uzun dinlemeyi severdi. Arkadaşlarının çoğu sen benim psikolojik danışmanım gibisin, sana anlatınca çok rahatlıyorum derdi. Çünkü yarı içten değildi. Çünkü hikayesini merak etmediği kimseye sormazdı. Nasılsın bile demezdi.

Bu yüzden insanların yüzde altmışının samimiyetsiz halleri onu bunaltıyordu. 

Kitaplarda altı çizili, başkalarına ait cümleler yara olamazdı. Her yaranın kendine ait bir kanayış şekli ve derinliği vardı. Ve ona göre her insan elini kalbine koyup nereden canı yanıyorsa, ne kadar kanıyorsa, nelerle mutlu oluyorsa kendine özgü şekilde ve bir şekilde birilerine anlatmalıydı. Hiç değilse yazmalıydı. Yaralarına ve kendine en azından bunu borçluydu.

Ve herkes bir gün son şiirini, son yazısını yazmalıydı. Dünyada küçük de olsa bir iz bırakmalıydı. Bu gece de son olmasını dilediği bir izi bırakıp, yaralarına üfleyerek uykuya daldı...




6 yorum:

  1. Selam çok güzel bir yazı olmuş. Yeni yılınız kutlu olsun. Gönlünüzden geçen dilekleriniz gerçek olsun. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Sizin de yeni yılınız kutlu olsun, bilmukabele sevgili okur :)

      Sil
  2. Çok beğendim. Ne kadar samimi, gerçekçi. Hepimizin kendinden bir şeyler bulabileceği bir yazı olmuş. Yarım içtenliği ben de sevmem. O yüzden genelde mesafeliyim insanlara ama samimiysem de tam samimi olmayı severim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başta mesafeli, tanıdıkça buzları çözülen diyebilir miyiz o halde? :)
      Yapmacık tavırlar olmasın yeter ki.

      Sil
  3. oooo ateş edip sonra da silahın namlusunu üflemek gibi ooo :) çok damardan yazıyon artık sen :) namlunun ucuna gül konduruyon :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Papatya kondursak, onları daha çok seviyorum deep :)

      Sil

Ben buradayım sevgili okur, peki sen neredesin?