“Benim umuda olan inancımı bir gece paslı bir makasla kesen de kim?”
Her gece bu cümleyi çığlık çığlığa söyleyerek uyanıyordu. Kabusları, sonu gelmez göz yaşları tükenmedi, bir sıkımlık canım vardı sanırdı da bin kere vuruldu, ölemedi.
Oysa ölebilmek isterdi bir akşamüstü, çiseleyen sessiz yağmur damlaları arasında gömülmek.
Nasıl bilirdiniz hiç sorulmasın isterdi. Kendi bile nasıl olduğunu bilmedi ki. Kimse gerçekten nasıl olduğunu sormadı ki. Kiminin ilacı, kiminin kalp sancısıydı işte…
Dünya aynı dünyaydı da, Turgut aynı Turgut değildi. Yüreğinde kapana kısılmış duran şu zavallı farenin çaresizliğini kime nasıl anlatabilirdi ki zaten.
Dayanılmaz denilen onca şeye dayanmıştı ama o fare kısıldığından beri kapana, ses tellerine yüz kilo fil binmişti sanki. Sessiz sanıyorlardı ama aslında buydu konuşmasına engel olan.
Filiz olsaydı saçlarını okşar, bir bakışı ile dünyanın daha dayanılır bir yer olduğuna inandırırdı onu. Şimdi Filiz de yoktu.
Turgut, fare, fil.
Nasıl bilirdiniz derlerse şayet üçü için de ayrı ayrı susacağım. Çünkü dünya üzerinde Filizsiz bir Turgut kendini kaybetmiş, tutunma çabası içinde yıkık bir adamdır ancak. Cılız kalp atışlarını kendisi bile duyamazken hayatı ve hayata dair bir şeyi sevebilmesi mümkün müdür ki artık?
Ergenlik çağını geçeli yıllar olmuştu ama “ölüme varışı özledim” yazdı duvara. Yeni hasretine esas duruşuydu bu…
hüzün keder hoşgeldiiin :)
YanıtlaSil