'' Dağları, tepeleri, tümsekleri aşmışken; türlü yolların zorluklarında boğulmaktan son anda kurtulmuşken
Ne yapsam hep eksik kalan, bir türlü aşamadığım o duvar sen misin?
Notaların bir dili vardı, sözleri kişilerin hikayeleriyle tamamlanırdı. Bu yüzdendi enstrümanların yüreğe çok başka dokunuşu. Bu yüzdendi herkesin duvarlarının farklı oluşu. Her duvara sırt yaslanmadığı gibi her dört duvar da ev olmuyordu. Evi zamansızca yanmışlar bunu iyi bilirdi.''
Hikayesini anlatırken böyle başlamıştı söze. Sonra aslında hikayem dediği şeyi kendinden başka kimseye anlatmamış olduğunu fark etti. Ama o kadının gözleri, sanki her şeyi biliyorum, birlikte çözebiliriz der gibi bakıyordu. Gözlerinin derinlikleri, renk geçişleri, hatta hangi bölgelerinin kanlandığına kadar biliyordu. Bu, her akşam dönülen evin yolu gibi ezbereydi zihninde.
Yangını, evleri, kum saatlerini, ölümü düşündü sonra. İnsan böyle kolay ölmemeliydi. Tanrı, oralarda bir yerlerdeydi işte. Yarım kalan işler, sulanmamış çiçekler, henüz beslenmemiş canlılar vardı evde. Sonra söylenmemiş sözler vardı. Ölmek bu kadar erken olmamalıydı, en azından yolun yarısını görmeliydi insan.
Aslında gerçek ölüm kadını kaybetmesi değil, susmasıydı. Şuan kadın, burada olsaydı ona bunları anlatmak yerine uzun uzun susardı. Susmak kelimeleri M2 ile vurmak demekti, içindeki tüm hikayeleri, yaşanmış ve yaşanması mümkün olacak her şeyi sona erdirmek demekti.
Siyah gömleği çok yakışıyor diye içten içe hiçbir zaman giymesini istememişti de diyememişti mesela, seni seviyorum diyememekten daha acı geliyordu bu. Hani dağları aşıp duvarda takılmak, buna benzer bir şeydi işte.
Ondan geriye sulanmamış çiçekler, kedi, birkaç balık ve bir piyano kalmıştı.
Hayatı boyunca bir hayvanın başını okşamamış adamı kedilere aşık eden cinsten bir sevgiydi bu. Kadın neyi seviyorsa, neye özlem duyuyorsa ona doğru bir yönelişti bu...
Şarkıda geçen uzun, ışıklı bir yol vardı evinin yakınlarında. Bir gün yürüyelim demişlerdi. Kadının topyekün susuşundan bir ay sonra, ayık kalabildiği bir gün tek başına yürümüştü o yolu. Ay ışığında gözlerinin dumanla kaplanmasına sebep olacak bir silüet görmüştü o gece. Yolunda yalnızdı ama ışığında kadın vardı, biliyordu.
Kalpten kalbe giden yol koymuştu adını. Şimdilerde her akşam saatlerce yürüdüğü, kelimelerin de bu kadar kolay ölmemesi gerektiği üzerinde düşündüğü bir rutindi bu yol. Başı nere, sonu nere, nerede sabah olur bilinmezdi bu yolda. Ancak ayaklarının altı ağrıyana, nefesi tükenene kadar yürüdükten sonra durabildiği bir gidişti bu.
Evet, bazen gitmek de yorulurdu. Kelimeler izin verseydi, onun için ne anlam ifade ettiğini anlatabilirdi belki. Ölmek bu kadar kolay olmasaydı bu yolda, seni seviyorum diyebilirdi.
Şakaklarından damlayan kelimeleri topladı, daha fazla devam edemeyecekti. Bazı hikayeler anlattıkça tükenmezdi, tüketirdi. M2 işini yapmış, toparlanıp gitmişti işte. Biliyordu, Tanrı oradaydı; gülümsüyordu.
Ve ölmek aslında çok kolaydı.
M2 ne ki, silah mı :)
YanıtlaSilEvet edep silah, telefondan oturum açma sorunum devam ediyor bu arada :(
Silbazen gitmek de yorulur, susmak da...
YanıtlaSilAynen öyle…
Sil