Bumerang - Yazarkafe

4 Mart 2023 Cumartesi

Ağaçlar Ayakta Ölür (Deprem)



Tatilden önceki haftaydı. Okul çıkışı canımın içi Tuba hocamı bırakırken bir afişe gözüm ilişti. “Ağaçlar Ayakta Ölür” Bir tiyatroydu. 10 şubatta Meclis Kültür Merkezinde gösterime girecekti. Uzun zamandır hiçbir cümle beni bu kadar etkilememişti. İsmi için bile gidilir demiştim. 

Sonrası sömestir… Bir haftası Kayseri’de geçti. Hatay’a, evime döndüm. Kalan bir haftayı eve, eşime ayırmış olacaktım. Haftayı güzel bir şekilde tamamladık. 

Günlerden pazar, 5 Şubat…

Sevgiliyle yapılacak yüz şeyden çocukluk oyunu çıktı. Oynadık gündüz. Etrafı toparladık. Akşam canım Hatice ablamlara gittik. Balıklardan birini Zehra’ya hediye ettim. Çok sevindi. Merve abla teşekkür ederim diye öyle bir sarıldı ki. Sonra eve gittik. Saat on. Kahvemizi içtik her gece olduğu gibi. Hazırlandık. Gömlekler ütülendi, çantalar hazırlandı. Diyete başlamıştım. İki kilosu gitmişti bile. Listeye göre hazırlığımı yaptım. Çantama fındık, kepekli ekmekli sandviç ve Tuba hocaya Kayseri’den aldığım kuru şeftalileri koydum.  

Bir gibi uyuduk. Evimizde son gecemiz olduğunu bilmeden…

Sonra bir ses duydum. Eşimdi. Merve kalk dedi. Deprem oluyor. Afalladım. Yatağın etrafından dolaşarak kalktım. Dolabın arkasına cama yakın yere geçelim dedi. Sallanıyor. Çok sallanıyor. Olmaz dedim kapı aralığına geçelim. Sallanıyor. Sesler varmış çok sesler varmış. Ama çoğu zihnimden silinmiş. Binadan gelen yıkım seslerini hatırlıyorum. Sallanıyoruz. Yere çökmüşüz, kapı kasası ve birbirimize tutunuyoruz. Çok sallanıyor. Karanlık. Ölüyoruz diyorum bitti. Şiddet artıyor. Saniyeler bitmiyor. Sallanıyoruz. Karanlık, çok karanlık. Beni koridora, eşimi yatak odasına savuruyor. Tutunamıyoruz. Gardrop yatağın üzerine devriliyor. Evde ayakta durabilecek her şey devriliyor. Sesleri hatırlamıyorum. Öldük bitti artık diyorum. Binadan öyle sesler geliyor ki bu son gecemiz diyorum. Zaman geçmiyor. Bi ara azalıyor. Eşim Merve camdan atlayacağız diyor. İtiraz etmiyorum. Tam ayağa kalkıp bakınıyor, duruyor. Merve koş diyor ben geleceğim. Çıkıyorum. Sonradan öğrendim anlatanlardan. Alt katta donmuşum. Komşunun eşi kapıda, ona bakıyorum. İçimden sarılmak geliyor. Bana bekleme aşağı in diyor. Tamam deyip iniyorum. Bu sırada sadece  “ıııııı” diyerek ağlıyorum. Bina çıkışı merdivenlerde komşular var. Duygu kızıyla durmuş ağlıyor. Saçlarını seviyorum. Duyguya sarılıyorum. O ara yine şoka girmişim. Eşim geliyor. Bina üzerindeki su depoları enerjiler her şey düşmüş. Çatı tuğlaları düşmüş, hala orda bekliyoruz diye bize kızıyor. Arabaya diyor. Iıııı diyorum yalnızca. Yürüyorum, ayaklarım gitmiyor. Yine şoka girip donuyorum. Eşim tokat atıyor. Hadi arabaya diyor. Herkes koşuyor. Herkes çıldırmış gibi koşuyor. Soğuk, karanlık, yağmur var. Arabaya gidiyoruz. Can havliyle biniyoruz. Fark etmiyoruz. Arabaya da tuğlalar düşmüş. Ön cam, sağ taraf, sunroof kırılmış. Avuçlar dolusu cam her yer. Fark etmiyoruz. Çıkmaya çalışıyoruz. Eşim camdan sarkarak yolu görmeye çalışıyor. Bitmiyor. 4:27de bir daha sallanıyoruz. Mahalleden çıkmaya çalışırken sağlı sollu binalar yıkılıyor. Ben görmüyorum. İnsanlar kaçıyor. İnsanlar bağırıyor. Burası kıyamet, burası mahşer… 

Iııı diyorum. Yalnızca ağlıyorum. Çıkmamız lazım diyor eşim. Ben ağlıyorum. Camım açılmıyor. Karanlık, sesler var sadece. Rönesans bir sokak ötede, ikisi gitmiş, biri duruyor. İnsanlar bağırıyor. Arabalar sokaklarda. Can pazarı. Sesler var. Çevreyola çıkıyoruz. Herkes arıyor. Açılmıyor. Mesajlar gitmiyor. Cam kırıkları, yağmur, soğuk. Araba açık. Üşüyoruz. Bi şey olmaz diyorum, ölmeyiz en azından. Sallanıyoruz. Ailem sonunda ulaşıyor. Sizi almaya geliyoruz diyor. Bekliyoruz. Radyo Antep, Maraş, Diyarbakır diyor. Allahım diyorum. Hatay hiç demiyor. Demek ki oralar daha kötü. Bunun daha kötüsü olabilir mi diyoruz. Aklımız çıkacak. Ama gülüyorum. Senin kocanın evi yok diyorum eşime. Espri yapıyorum. Bazen ağlıyorum. Sigara istiyorum. Çıktığım ilk andan beri tek derdim sigara. İniyoruz. Her yer yıkılmış. Petroller kapalı. İnsanlar, sirenler, ambulanslar, itfaiyeler gidiyor. Yol kapanıyor şehre girişte. Kimse giremiyor yoğunluktan. Alamıyoruz. Su bile bulamıyoruz. Bir yerde açıkta kalmış cam büfe var. İnsanlar yanına gitmiş, birbirine bakıyor. Kimse kırmak istemiyor. Biz de bakıyoruz. Kıramıyoruz, bu canımı en çok acıtan anlardan biriydi. Arabaya dönüyoruz. Eşim daha uzak bir petrole benim için sigara almaya gidiyor. Yine yok. Korkuyorum. Bu arada sürekli sallanıyoruz. Herkes acı içinde. Bekliyoruz. Sadece sirenler sesleri ve şehre girmeye çalışan arabalar var. Eşim titremeye başlıyor. Üzerimize yağmur yağıyor tepeden. Sonra arabayı çalıştırmak aklımıza geliyor. Isınmaya başlıyoruz. Tepedeki sunroof boşluğuna poşet geriyoruz. Arabadaki tuğlaları üzerine koyup sabitliyoruz onu. Bak Allah tuğlamızı bile göndermiş diyorum gülerek, gözlerim dolu dolu.  Çorabımızdan saçımıza kadar ıslağız, sırılsıklam. Kapıda ayağımıza ilk gelen ayakkabıyı giymişiz, çorabımız yok. Sonra eşimin aklına çantasında sigara olduğu geliyor. Dünyalar benim oluyor. On taneydi hiç unutamam onu. Rahat yedisini ben içiyorum. Bizimkiler gelecek diye su aramıyoruz artık. 

Gün aydınlanıyor. Biraz daha bekleyelim diyoruz. Ev ne oldu bilmiyoruz. Çanta yok, cüzdan yok. Böyle yaşanmaz ki. Para olsa da alacak yer yok orası ayrı…

Yine de eve gitmeli diyoruz. Sekiz buçuk gibi tekrar yola çıkıyoruz. Arabanın sağ aynası hiç yok, ön camdan yol görünmüyor. Eşim eliyle küçük bi yer açmış ordan görüyor. Sağdan gelene bakmak için kapıyı açıp bakıyorum. Sonra mahalleye girdik. Rönesansın hepsi yıkılmış, etrafında beş on acı dolu insan, biraz ilerliyoruz birçok bina yıkılmış. Trafik aşırı yoğun. Sivil polisler yön vermeye çalıyor. Bizim evin olduğu sokağa döndük. Daha yeni yapılan şok market üst bina gitmiş. Arazide tuzla buz olmuş bir bina, sonra a101 olan bina gitmiş. Kimsecikler yok. Bi yıkıntının üzerinede üç genç var, kim bilir içinde kimler var. İlerliyoruz bizim sokağa. Özel harekat geziyor, araçları var. Eşim eve çıkıyor. Bahçede binadan polis Ahmet abi var. Kekeliyor korkudan. Binadaki herkes çıkmış, onu görüp rahatlıyoruz. Abiyle sohbet ediyorum biraz. Arabasına su deposu düşmüş, pert. Ekip arkadaşıyla onu kaldırmaya çalışıyorlar. Binaya bakıyorum, dıştan fena değil. Yapandan Allah razı olsun diyorum. O ara duyuyoruz, asi kenarı, milli eğitimin ilerisi, 600 konutlarda hiç ev kalmamış diyorlar. Zaten polis o tarafa araç geçişine asla izin vermiyor. Eyvah diyoruz, en az 20.000 ölü var…

Eşim geliyor. Mont, telefon, çanta almış. Papağanımız Havuç’u tüm evde aramış, yok. Olduğu odanın camı depremde açılmış, kafes parçalanmış. O sırada bi sarsıntı daha olmuş hemen çıkmış. Bana sonradan söyledi. Sonra yakında müdürünün evi var, oraya bakmaya gidiyor. Ben oturma odasının camı hizasına gidiyorum. Annemmm diyorum. Havuuuç annemmm. Ses yok. Duysa gelirdi biliyorum. Ağlamaklı oluyorum. Bir daha sesleniyorum. Duymuyor. Çünkü yok.

Sonra tekrar abaya biniyoruz. Çevre yola çıkıyoruz. Orda ev yok, çığlık yok, ölüm sesi yok. Sadece sirenler var. Ve araçlar.  Babamları beklemeye başlıyoruz. Arayanlara az çok cevap vermeye çalışıyoruz. Radyo dinliyoruz. Hatay’da dört ölü var diyorlar. Gülümsüyoruz acı acı. Bu arada arabada yavaş yavaş kuruyoruz. Yolda trafik hiç akmıyor. Yarım saat aynı aracı gördüğümüz bile oldu şehir giriş şeridinde. Deprem bölgesinden arkadaşlarla tek soru hayatta mısın? İyi misin? Hayattayım diyen herkes için derin bir oh çekiyoruz. Bu öyle bir felaketti ki tek kıstas hayatta olmak, binanın sizin içinden çıkmanıza izin vermesinden ibaretti. Bu arada Hatice ablamlar bize ulaşamamış. Depremden bir gece önce onlardaydık. Orhan abi öz abim, ablam öz ablam oldu o şehirde. Son görüşümüz dün müydü diyorlar, ağlıyorlar. Bize ulaşınca çok ağladı. İyiyiz abla dedim, ağlama. Bir yandan kafamızdaki sıva ve cam kırıklarını temizliyorum. Camlar düştü yerlereee elim elim kan içinde diye mırıldanıyorum.  Öğlene kadar bu rüya değil değil mi, uyanmayacağız diyorum eşime. Hayır gerçek diyor. Sonra kabulleniyorum, bu kötü korku fimlerine benzeyen gün gerçek. Hem de buz  gibi bir gerçek. 

Sonra bizi 3’te ailem alıyor. Araba camında biraz kırık var diyoruz telefonda. Arabayı görünce bembeyaz kesiliyorlar. Abim ne kırığı füze atmışlar arabaya diyor. Ağlıyorum. Baba her şey yıkıldı diyorum. Hayatımda babamı ikinci kez ağlarken görüyorum. Araba çok hasarlı, onu Hatice ablaların binasının yakınına bırakıyoruz. Orda biraz vakit geçiriyoruz. Abla çok ağlıyor. Koskoca abim çok ağlıyor. Dayanamıyorum ben de ağlıyorum. Merve bizi de götür diyor. Başımın üstünde yerin var abla diyorum. Orhan gidemez ben de onu bırakamam diyor, abim polis. O zaman Zehra’yı götür diyor. Abla götürürüm ama sensiz dayanabilir mi diyorum. Sonra karar değişiyor. Biz yola çıkacağız. Onları orda öylece bırakıp yola çıkmak öyle zordu ki. Zehra’ya yeğenlerimin ceketlerinden bırakıyoruz. Ablaya sigara, battaniye, babamlar ne getirdiyse işte. Bu arada o gece onlar da Kayseri’de ciddi bir sarsıntı geçiriyorlar aslında, bizi görünce hemen çıkıyorlar yola. Dönüyoruz memlekete. Yolda sürekli itfaiye, ambulans görüyoruz. Hissetmiyoruz. Donmuşuz. Ne yaşadık diyoruz. Ne olacak diyoruz. Adana’ya kadar her petrol, her mola yeri hınca hınç dolu. Ekmek bile kalmamış. Yol bitmiyor. Birde ancak varıyoruz memlekete. 

İşte böyle sevgili okur. En ufak şeyde ağlayan ben deprem gününden beri yalnızca üç kez ağladım. İkisi sinir krizi şeklindeydi. Hatta birinde gece yarısı avazım çıktığı kada bağırdım. Çünkü galerimde Havuç’u gördüm. Bir de geçenlerde yine eşya toplarken Havuç’un tüylerini sakladığım  cüzdanımı buldum. Ben onun tüylerini bile saklarken, o artık yoktu. Ona üzülürken diğer insanlara haksızlıkmış gibi hissediyorum. Çünkü onlar annelerini, babalarını, dostlarını kaybetti o enkazlarda. Bense bire bir tanıdığım hiçbir dostumu, komşumu,  öğretmen arkadaşımı kaybetmedim diyebilirim. Tuba hocamın anne ve babası, Dilek hocamın ailesini, bir de üç sene önce okulumuzda müdür yardımcılığı yapmış Zeynep hocamı kaybettim. Tuba hocamın annesini güzel ebeveynliği ile, Zeynep hocamı ise mütevaziliği, neşesi ve at sevgisi ile hatırlayacağım. Biliyorum çok canınız yandı, ruhlarınız şad olsun. Allah tüm sevenlerinize sabır versin. 

Bu arada Kayseri de hala sallanıyor fakat ben o felaketten sonra en kötü ölürüz modunda olduğumu fark ettim. Birkaç gün önce çok hissettik. Çocuklar korktu. Ablam inelim dedi. Ben salata yapacağım abla siz inin dedim. Bu iyi ki kötü mü bilmiyorum ama korkmuyorum. İçimden okkalı bir küfür savurmak istiyorum sadece. Onu da yapmıyorum. 

Ama benim gibi birinin ağlayamıyor olması büyük sorun, onu biliyorum…

Belki ileride bunları okumak dahi istemem, belki okumak, sarsılmak isterim, bilmiyorum. Şuan sadece yazmak istiyorum. Yazmak bazen zehrini atmaktır.

Şükredecek çok şey var, isyan edecek de öyle. Hangisini seçerim bilmiyorum. Şimdilik şükretmek istiyorum. Ama bölgede hala yaşam mücadelesi veren insanlar aklımdan çıkmıyor. Sürekli onlara dua ediyorum. Hava sıcaksa iyi diyorum, çok üşümezler belki. Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Yıllarca verilen emekler, sevdiklerimiz, anılarımız, her şeyimiz bir gecede yerle bir oldu. Sürgün edildik biz. Gurbete gönderildik. Acılarımızı, umutlarımızı, sevdiklerimizi, her şeyimizi devrilip yıkılan cam kırıklarında bıraktık. 10 şubatta sahnelenecek “Ağaçlar Ayakta Ölür” oyunu 6 Şubatta canlı olarak yaşandı. Koca bir şehirde canlı ve cansız her şey ayakta öldü o gece…

Artık nereye gidersek gidelim bir yarımız eksik, bir yarımız gurbet bizim. Memleketsiziz, sürgün edildik. Bir gecede her şeyimiz gitti ama canımız bağışlandı işte. Bugün Hatice ablamla konuştuk. Ölenler kurtuldu Merve, biz de ölseydik daha mı iyi olurdu diyor. Hayır abla deme öyle, çok şükür hayattayız dedim. İçim cız etti yine. 

Biliyorum, bir daha eskisi gibi olmayacak hiçbir şey. Sevinçler bile buruk olacak, ama olsun. Nefes aldığımız sürece her şey mümkün, hep birlikte, yaralarımız geçmese bile üfleyeceğiz. Daha az yansın diye. 

Siyasal, şerefsel ve görsel hiçbir şeye yer vermediğim yazımı burada sonlandırıyorum. Depremde kalbine enkaz, cam parçası, siren, çığlık, koku, korku, endişe batan her kim varsa kalbinden öpüyorum. Sımsıkı sarılıyorum.

Bir daha eskisi gibi olmayacak, buruk başlamasa bile buruk bitecek her güne merhaba… 


6 yorum:

  1. Gelip gittim kaç kez blogunuza, içerik can acıtıcı olsa da ses ettiğinizi görmek çok güzel. Geçmiş olsun, hala çok zor her şey, uzaktan seyredince dahi fark edilir bir zorluk, umarım ve inşallah yaralarınız, kaygılarınız en kısa sürede şifa bulsun. Güzel günler gelsin yeniden

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar zor yazdığınızı tahmin edebiliyorum. Yazmaya karar vermek bile çok güç olmuştur. Ama zaman her şeyi öylesine çabuk silip süpürüyor ki, insanlar en önemli şeyleri bile öyle çabuk unutuyorlar ki yazmak gerek... Küçücük notlarla başlayıp belki upuzun yazılarla defterler doldurarak , anlatarak, aktararak, bazen haykıra haykıra aktarmak insanların yaşadıklarını...
    Öyle etkili anlatmışsınız ki yazdıklarınızı , an geldi, cam kırıklarını toplamak istedim, eşinizin tekrar binaya girmesinde kaygılandım adeta. Herkesin söylediği çok uzun süren bir deprem olduğu. Oluş saati , elektriklerin, suların kesilmesi. Çok büyük geçmiş olsun ... demek neye yarar ki ?
    Ağaçlar ayakta ölür oyununu Yıldız Kenter'in olağanüstü performansıyla İstanbul'da izlemiştim. Hayat bir tesadüfler yumağı. Yıllarca Mersin'de yaşadık, şimdi İzmir'in bir ilçesindeyiz. Deprem haritalarında her yer kıpkırmızı. Can Yücel'in dizeleri takılıyor dilime:
    "Hayat dediğin üç gündür; Dün geldi geçti, yarın meçhuldür, öyleyse hayat dediğin bir gündür, o da bugündür. " Ezberimde olanı yazdım, insanız, her şey olacağına varır.
    Yürekten sevgilerimi iletiyorum.

    YanıtlaSil
  3. İnsan diyecek şey bulamıyor. Çok acı çekmişsiniz, okurken biz zorlanıyoruz. Allah herkese dayanma gücü versin. Tarifi yok bu acının. İnsan her şeyin ne kadar boş olduğunu fark ediyor, dünya bir anlık yolculuk sanki.

    YanıtlaSil
  4. daha sık yaaaazzzz

    YanıtlaSil
  5. daha sık yaaaz yazan benim :p

    YanıtlaSil
  6. oyyyy geçmiş olsun şimdi iyisinizdir ailece işallah ve söz ettiğin diğer kişiler de. havuç da belki civarda bir yerdedir belki yaa.

    YanıtlaSil

Ben buradayım sevgili okur, peki sen neredesin?