Bumerang - Yazarkafe

23 Aralık 2020 Çarşamba

Son Mektup



Eskiden böyle değildi. Eskiden, iki alarm kurardı adam. İlkinde uyanıverirdi. Bu insanın güne başlarken yaşama sevinci, kendiyle başa çıkma gücü, hedefleri olmasıyla ilgiliydi.
 
Adam kendisiyle arasını bozalı çok olmuştu. Yüzünü görmeye tahammülü yoktu. Hani derler ya, kendinle savaşırsan her halükarda kaybedersin. İhtimaller denizinde boğulduğu gün kaybolmuştu, kaybetmişti. Geçen bir video izlemişti. Videodaki adam ''incinmişsin'' dedi diyordu. Aynen öyleydi. Küfür etmeyi sevmezdi. Ama sinirlendiğinde sevmediği ne varsa kendinde buluyordu. 
  
Hala alarm çalıyordu. Belki onuncu kez. Yarım saatten fazladır hem de. Küfür ederek kaldırdı başını. Telefonunda yirmi cevapsız arama. Yine işe geç kalmıştı. Hani şu atılmak üzere olduğu işi. Patronu defalarca aramıştı. Boşvermişlik hissi burada da kendini göstermişti.

 Patronun aramaları umrunda bile değildi. Bugün izin vermişti kendine. Kafayı yeme izni. ''Kafa'' izni yapmaya bayılıyordu şu sıralar. Vereceği üç kuruş maaşını kendine saklasındı.
  
 Oda karanlıktı. Eskiden odası da böyle değildi. Düzenliydi. Yamuk duran tablolara, dağınık olan hiçbir şeye dayanamıyordu. Uyanır uyanmaz ilk iş perdeyi ve pencereyi açardı. Boğulmak üzere gibi hissettiği bu odanın ne perdesini, ne camını açmak istiyordu. Kendi karanlığında kaybolmayı seviyordu.

 Kahvaltı olarak sade bir nescafe içmeyi tercih ediyordu sigarasıyla. Kendime saygım yok kahvaltısı bundan ibaretti. Dolapta içeceğe dair ne varsa bulunuyordu. Yemek yemeyi tercih etmiyordu. Midesi bulanıyordu.

 Bu sabah da bir paket sigarasıyla birlikte birkaç fincan kahve içti. Sonra içmeye başladı. Gece erken başlamıştı. Normalde arkadaşlarından geçilmezdi evi. Artık kimseyi davet etmek, kimseye gitmek istemiyordu. Virüs de bahanesi olmuştu. Kendi yalnızlığında kaybolmayı seviyordu. Çokça Tutunamayanlar okuyordu. Bitince yeniden başlıyordu.

 Oradaki karakterlerde buluyordu kendini. Sonra Tehlikeli Oyunlar okuyordu. Kafasında tehlikeli bir oyun vardı. Üstelik kitaptaki sözün aksine kılına bile zarar gelsin istiyordu. Her hücresiyle acı çekmek istiyordu.

 Hava kararmaya başladığında anason kokusuyla dolmuş odasında yeterince uyuştuğundan emin oldu. Kendini asacaktı. Nalburda bulunuyormuş bu urganlar. Çok araştırmıştı. Bu kadar kolay ulaşılabiliyor olması çok komikti. Alırken buna içinden kahkaha atmıştı. Şimdi de kahkaha atıyordu. Kimse ölmek üzere olan bir adam kadar mutlu olamazdı. Canından geçmişti bi kere, bunun hafifliği yetiyordu gülmek için.

Nalbur hiç mi anlamıyordu urgan satarken? Kim bilir kaç kişi geliyordu buraya intihar etmek için. Nalbur kazancına bakıyordu. Yüzüne baksa anlardı. Ama bakmamıştı. Zaten uzun süredir kimse yüzüne bile bakmadığı için böyle olmamış mıydı?

 Canım insanlar dedi, sonunda bana bunu da yaptırdınız. Mektup yazması gerekiyordu. Ailesinden kimse hayatta değildi. Ama arkadaşlarının birkaç kelama ihtiyacı vardı. Bunu onlara borçluydu. Hayatında yazdığı ilk ve son mektup olacaktı bu. Zarfa koydu. 

Yağmur çiseliyordu. Cama vuran damlalara ve izlemeye doyamadığı manzarasına son kez baktı. Damlalara gözyaşlarıyla veda etti.
Sonra karar vermişliğin asla yakamadığı bir ateşle, birkaç dakika sallanarak hayattan ayrıldı...

''Ben, taşı sulayıp çiçek açmasını bekledim. Açmayınca önce rengimi kaybettim. Sonra yapraklarımdan köklerime kadar kurumaya başladım. Sonunda bana dair bir şey kalmayınca veda etmeye karar verdim. Tüm yüklerimden arınmıştım. Ruhumun 21 gram ağırlığından ibarettim artık. 21 gramı da alıp aranızdan ayrılıyorum. Taşlaşmış kalplerinizle, ikiyüzlü sahte sevgilerinize selam olsun...''


www.pandacik.com’da yayımlanan yazımdır...




6 yorum:

  1. Yine yine yine çok guzell

    YanıtlaSil
  2. oyyyy sonunu beklemiyodum, tehlikeli oyun, oyun derken sahiden de oğuz atay vari bir kahraman olmuş bu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oğuz Atay hayranlığımı bilirsin deep :)

      Sil

Ben buradayım sevgili okur, peki sen neredesin?